Coşkulu Bir Durağanlık - Tatar Çölü
Anlam Arayışındaki İnsan Kritiği; Giovanni Drogo
“Ya aslında
yanılıyorsa? Ya gayet sıradan bir yazgıya sahip sıradan biri olarak
yaratılmışsa?”
Tatar Çölü, bir Dino Buzzati romanı. Genç Teğmen Giovanni
Drogo’nun ilk görev yeri olan Bastiani Kalesi’nde başından geçen olayları
anlatıyor. “Başından geçenleri” burada sadece bir klişe olarak var. Doğrusu şu
ki; roman aslında Drogo’nun Bastiani
Kalesinde başından geçmeyenleri anlatıyor. Olay örgüsü, genç teğmenin kaleye
atanması ve uzun bir yolculuğun ardından görev yerine varması ile son buluyor,
bundan sonrası dolu dolu bir durağanlıktan ibaret. Okurlar, bir modern zaman
başyapıtı olan bu romanı, hayatlarına dokunan, köklü değişikliklere neden olan
bir şaheser olarak niteliyorlar.
Hayatında hiçbir değişiklik olmayan Giovanni Drogo’nun hikayesinin
okurların hayatlarında köklü değişiklikler yaratıyor oluşu bile ne kadar etkili
ve güçlü bir anlatıma sahip olduğunun kanıtı niteliğinde.
Kitapla ilgili tartışmalar da genellikle Mehmet Eroğlu’nun
“Ben insanları ikiye ayırıyorum: Tatar Çölü’nü okuyanlar ve okumayanlar…” sözü etrafında dönüyor. Mehmet Eroğlu, bu
iddialı yorumunun altını doldurabiliyor, dolayısıyla da son derece anlamlı,
etkili güzel bir özet. Ben çok sevdim bu sözü.
Kitaba dönecek olursak; Drogo’nun sonsuz bekleyiş içinde
hayatı ıskalıyor oluşu, okurların zihninde “acaba neleri kaçırıyorum” düşüncesi
oluşturuyor. Drogo’nun aldatılmış olması ve bütün hayatını hiç gelmeyecek bir
düşmanı bekleyerek geçirmesi, anlam arayışlarına yeni kapılar açıyor.
Drogo’nun kalede kalarak bütün hayatını hiç gelmeyecek bir
düşmanı beklemekle geçirmesi, okurlar tarafından hayıflanmalarla okunuyor.
Romanı, kahramanın bir gün kaleden ayrılarak şehre döneceği umuduyla okuyanlar
da birer Drogo oluyorlar. Drogo’nun Bastiani kalesi ile olan ilişkisi,
okurların roman ile olan ilişkisiyle bu noktada örtüşüyor. Drogo’nun biran evvel kaleden kurtulup, şehre
dönmesi, kadınlar, balolar, toplantılar, çocuklar ve torunlarla birlikte dolu
dolu bir hayat yaşaması bekleniyor.
İnsanlar, Drogo’nun şehirde yaşayıp kendisinden beklenenleri kendisinden
beklendiği sırayla, zamanında yapıp, son nefesini hasta yatağında, başucunda
çocukları ve torunları toplanmış halde vermesini istiyorlar.
Bu durumda karşı tarafa geçip Drogo’yu anlamaya çalışmamız
da gerekiyor sanırım.
Drogo’nun kalede kalıp bütün hayatını heba ettiğini
varsaysak bile, kaleden kaçmakla coşkun bir yaşam süreceğinden asla emin
olamayacağımız da bir gerçek.
Şehirdeki dostları hayatlarına Drogo’ya aldırmadan devam
etmişlerdi. Kalede kalmayıp şehre dönmüş olsa, Drogo da hayatına çevresindeki
bu insanları referans alarak devam edecekti.
Drogo kalede kalarak, eski sarı bir yapıyı referans noktası olarak
seçmişti.
İnsanoğlunun daha iyiyi arama çabası hiç bitmeyecek, işimizi
de, eşimizi de yaşadığımız şehri de değiştirsek hep daha iyisi bir sonraki
durakta bekliyor olacak, ya da biz öyle sanacağız. Oysa bilmemiz gereken şey şudur; Okulu bitirmek,
işe girmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak, daha iyi bir iş bulmak sonra bir
çocuk sahibi daha olmak ancak dış odaklı bir referans noktasına işaret eder. Bu
durumda pek tabii olarak kabul edebiliriz ki; hepimiz en az Drogo kadar
hapisizdir, üstelik özgür olduğumuzu düşünürüz. Bizim olan hayatımızı nasıl
yaşadığımız diğer insanların yaşamlarıyla ilişkilendirildiği sürece
nesnellikten uzak olacaktır.
Drogo’nun aynı ritüeller, aynı kelimeler, aynı yüzler ve
aynı oyunlarla geçen ömrü, okuyucuları buhrandan buhrana sürüklerken sözüm ona gelişkin
ve değişkin insanın ritüelleri; hatta yüzbaşı olduktan sonra bir izin dönüşü,
vadide yıllar önce kendisinin Ortiz’le yaşadıklarını tekrar yaşaması, benzer
bir şekilde bir babanın çocuğuna yürümeyi öğretirken yaşadıkları ile eş
değerken biri trajik gelirken diğeri ise kutsanır insan hayatında.
Drogo, üniformasını ilk kez giyip gaz lambası ışığı altında
kendini izlerken, yıllardır hayalini kurmakta olduğu bu ilk andan duymayı
beklediği heyecanı duyamayıp, hissetmeyi beklediği sevinci hissedemediği o anda
vazgeçmiş olmalı değişmekten ve gelişmekten. Anlam arayışına başka bir rota
çizmeye başladığı zaman da bu ana tekabül edecektir muhtemelen.
Pek çoğumuz için büyük bir yanılgıyla başlayan ve devam
eden; İnsanoğlunun kendini özel kılma çabası, her eşikten atlayışın ardından
yeni hedefler koymaya devam etmesi, daha yaşanacak pek çok “ilk an”ların
bekliyor oluşu tuzağına düşen bizler; Drogo’yu da kendimizle birlikte çekmeye,
aldatılanın aslında bizler değil de Drogo olduğunu düşünmeye çoktan hazırızdır.
Drogo’nun aldanışının failinin belli olması da böylece kolaylaştırmaktadır
işimizi. (Kaledeki ilk gününde “isterse hemen gidebileceğini ancak dört aycık
kalırsa kendisi için daha iyi olacağını söyleyen Binbaşı)
O halde kendilerine sunulan parıltılı ve coşkulu yaşamı reddeden
Drogo’ya ve diğer Drogo gibilere saygı duymamız, binyıllardır süren anlamlı
hayat arayışına yeni bir rota çizip, kendi içlerine dönen bu insanlara biraz
saygı göstermemiz gerekiyor sanırım. Yanlış bir yol tercih etmiş bile olsalar
en azından toplumun beklentilerine değil de kendi öz benliklerine aldanan
insanları daha sevimli bulmamamız için bir neden göremiyorum ben.
Diğer taraftan kitabı benim için trajik kılan şey ise;
Nihayet kapıya dayanan savaşa, kalede kalmayı tercih edip, otuz yıl boyunca bekleyen
Drogo’nun yerine, şehre dönüp hayatlarından hiçbir fedakârlık yapmayan diğer
subayların katılıyor oluşundan başka bir şey değildir. Oysa “Burada her şey bir
feragati andırıyordu; ama
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen yazınız.