TOL - Murat Uyurkulak
“Devrim vaktiyle bir
ihtimaldi ve çok güzeldi”
İlk baskısı 2002 yılında
yapılmış, bugüne bugün onyedi yaşında bir kitap. Şunun bilinmesini isterim ki;
Bu kitaptan bu kadar geç haberimin olması, kitapçıların “best seller” raflarını
es geçen bir okur olarak tamamen benim kabahatim değil. Okumaya başlamadan önce
niyeyse sebepsiz bir önyargı ile yeni dönem Türk yazarlarının, kendilerini
yazdıkları, soyut öğelerle doldurulmuş diğer hikâyemsi romanlardan biri
olacağını düşünmüştüm. Heyhat yanılmışım, hem de ne yanılma.
Hep duyduğumuz, kimilerinin özlemle
anmak için kimilerinin de dalga geçmek için her fırsatta söylediği “Devrim
vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi” sözünün kaynağını da bu kitapla öğrenmiş
oldum, kitap böyle başlıyor çünkü.
“Vay be çok güzel hikâyeymiş,
birkaç sayfa sonra durağanlaşmaya başlar” diye düşünürken, hikâye büyüdü de
büyüdü, ayrıntılar, hikâye içinde yeni hikâyeler, filmi çekilse dev bir kadro
gerekecek, tamamına başrol denecek, gerçekmiş gibi duran harika karakterler,
birbirini tamamlayan mektuplarla, anılarla, anekdotlarla, dramlarla,
diyaloglarla müthiş bir akıcılıkla ilerleyen harika bir kurgu olduğunu ancak
kitap bittiğinde idrak edebildim. Daha doğrusu ancak kitap bittikten sonra
kendime gelebildim.
Sefilliğin, acının,
parçalanmışlığın, özlemin ve devrimin romanı.
Sefiller refaha, parçalanmışlar bütünlüğe, özlemler vuslata, dağılmışlar
toparlanmaya çalışmıyor romanda. Hayatta durdukları yerin farkında olan, buna
göre sınıf bilinci içinde mücadele eden insanların hikâyesi. Kelimeler
cümlelere, cümleler paragraflara öyle ustaca yerleştirilmiş ki, önce dev bir
şiir yazılmış da sonradan romana çevrilmiş gibi büyüleyici, enfes. İnce ince
sarıp hazırladığı topacı, yazar öyle bir savuruyor ve döndürmeye başlıyor ki,
kitap da bir topaç gibi hızla akıp giderken okurları hipnotize ediyor.
Dönüp duran topaç kitabın
sonundaki mektuplar ile sakince yeniden sarılırken, okurları bir kez daha
sarsıyor. En başından beri devam ede gelen şairane anlatım mektuplarla birlikte
öyle güzel sadeleşiyor ki, yazarın hüneri, Türkçesi bir kez daha bu sefer başka
bir şekilde kendini gösteriyor.
Gözlerde yaşları düğümleyecek
kadar nefes kesici, kesif bir duygusallıkla yazılmış yedi santimlik
“eksikliğin” tanımlandığı, tamamlandığı bir bölüm var ki; Türk romancılığının
en çarpıcı pasajlarından biri olarak kazındı zihnime.
Kitabı okurken pek çok yerde
Pablo Picasso’nun meşhur “Önce kuralları öğrenin ki sonları onları tam bir
sanatçı gibi yıkabilesiniz” manasındaki özdeyişini hatırladım. Murat Uyurkulak,
yazarlar için tehlikeli olduğu söylenen kelime oyunlarını, tekrarları öyle
ustaca kullanmış ki, hayran olmamak elde değil. Daha önce başka yerlerde de
dile getirdiğim üzere, şahsım adına iyi yazılmış bir yazıdan başka kıskanılacak
bir şey yoktur şu dünyada. Murat Uyurkulak bu ilk romanıyla kıskanılamayacak
kadar uzak ve usta göründü bana.
Kitap eleştirileri daha ziyade
yeni çıkan kitaplar için yazılsa da, okunmamış kitap yeni kitaptır diyerek
bırakıyorum buraya. Kim bilir belki birileri de buradan görüp okur benim
aracılığımla.
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen yazınız.