Murat Gülsoy Hakkında Tamamen Kişisel Bir Takım Sayıklamalar
Blogun ilk yazısını en sevdiğim yazara ayırdım. Murat
Gülsoy'un kitapları ile ilgili kısa tanıtımlar okuyacaksınız, Bunları daha
sonra kısa kısa ayrıca yazarım belki. İyi okumalar.
Bir süre önce Twitter’daki bir edebiyat hesabının yaptığı
tespit ile birlikte yaşayan yazarların ve özellikle yaşayan yerli yazarların
yeterince ilgi görmedikleri konulu bir tartışma yaşanmıştı. Bu tespite o zaman
da katılmamıştım. Hepsini tek tek anacak değilim ama tek bir örnek vermek
yeterli olur sanırım. Murat Gülsoy adında bir yazar var bu ülkede. “Metallica
diye bir grup keşfettim, süper” durumuna düşmek istemiyorum tabi ama (Sonuç
olarak hakkında onlarca tez, yüzlerce makale yazılmış birisi) benim için tam
zamanında tanınmış bir yazar kendisi.
Murat Gülsoy’a sadece yazar demek şüphesiz eksik kalır. İyi
bir yazarı diğer kimliklerini (sadece bir baba, oğul, ya da eş gibi doğal
kimlikler dahi olsa) göz ardı ederek değerlendirmek şüphesiz ki yanıltıcı olur.
Oysa Murat Gülsoy, Türk Edebiyatına yaptığı eşsiz katkıların dışında Boğaziçi
Üniversitesinde lisansta Elektrik-Elektronik Mühendisliği, yüksek lisansta
Psikoloji eğitimi almış, Biyomedikal Mühendisliği alanında da doktora yapmış,
halen Boğaziçi Üniversitesinde Öğretim Üyesi olarak çalışmakta olan bir
akademisyen. Bunun yanı sıra 2004 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi
Yayınevi’nde Genel Yayın Yönetmeni ve 2014 yılından itibaren Nâzım Hikmet
Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi’nin Müdürlüğü görevlerini üstlenmektedir.
Hemen her kitabında yer alan Hisar sahneleri hep bu Boğaziçi Üniversitesi
kimliğini hatırlatır okura.
Koltuğunun altında bu kadar karpuzla birlikte böylesine
nitelikli hem kurmaca hem kuramsal edebiyat eserlerini ortaya koyabiliyor
olması bile kendisine hayranlık beslemek için tek başına yeterli.
Yazar kendini tanıtırken “yazmayı ve yazmak üzerine
düşünmeyi” seviyor cümlesini kullanıyor. Ben de yazmak üzerine düşünmeyi
seviyorum ama tabi ki aynı şeyler değil. Ben sadece yazmalıyım diye düşünürken,
o her eseriyle adeta yazarlık dersleri veriyor. Aslında Boğaziçi Üniversitesi
Yaşam Boyu Eğitim Merkezinde gerçek bir Yaratıcı Yazarlık eğitimi de veriyor.
Bu konuda bir de kitabı var. Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık. Aynı zamanda benim
Murat Gülsoy’la tanışmamı sağlamış kitaptır. Beni ilk olarak büyüleyen şey
“Madem derslerine katılamıyorum ben de kitabını okurum” diyerek aldığım
kitaptan bir kurmaca eser okurmuş gibi zevk almam olmuştu. Yazım dünyası ve
kitaplarla ilgili gözümün önündeki perdelerin bir bir kalkması, artık kitaplara
eskiden olduğu gibi bakamıyor oluşum, yazarın da vurguladığı gibi işin büyüsünü
bozmasına rağmen oldukça öğreticiydi.
Daha sonra Baba Oğul ve Kutsal Roman geldi. Bence yazarın en
iyi kitaplarından biridir. Kanaatimce ustalık eseridir. Yine de haddimi bilerek
bu güzel eser ile ilgili fazla bir yorum yapmaktan kendimi men ediyorum.
Bundan sonra uzun aralarla Bu Kitabı Çalın, Bu Filmin Kötü
Adamı Benim, Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet, Nisyan, Gölgeler ve Hayaller
Şehrinde ve Öyle Güzel Bir Yer ki kitaplarını okudum. Hepsi de aman bitmesin diyerekten
ağır ağır okuduğum kitaplar oldular.
Nisyan eşsiz bir zevk verdi. Salt Edebiyat nedir diye
sorsanız, bilinç akışı deseniz ya da bana hiç okumadığım farklı bir tür öner
deseniz bu kitabı hiç düşünmeden öneririm.
Bu Kitabı Çalın ile öykücülük dersleri, Bu Filmin Kötü Adamı
Benim ile ikili kurguyu, Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet ile yaratıcı zekayı
öğrendim. Gölgeler ve Hayaller Şehrine ise tamamen tarzının dışında bir
kitaptı. Bu sebeple alırken tereddüt etmiştim ama bir Murat Gülsoy kitabından
böyle bir zevk alacağım hiç aklıma gelmemişti doğrusu. Bu kitapla ilgili
düşüncelerimi şurada uzun uzun yazmıştım;
http://sosyalmedyaloji.com/golgeler-ve-hayaller-sehrinde/
Geçtiğimiz aylarda “Böyle bölük pörçük olmayacak, en iyisi
tüm kitaplarını okuyayım da bitsin bu merak” diyerek, okumadığım diğer
kitaplarını da sipariş ettim. Evde beş-altı tane Murat Gülsoy kitabı gören
çocuklar, “Hayırdır, Murat Gülsoy’a bir
şey mi oldu yoksa?” diye sordular. “Siz Murat Gülsoy’u pop yıldızı sandınız
herhalde” diyerek cevap verdim.
Normalde okuma şeklim bu değildir. Genelde bir öykü bir
roman, bir kurmaca bir kuram, bir yerli bir yabancı şeklindeki okuma
alışkanlığımı değiştirmeye karar verdim. Kendim için yeni bir şey deneyeceksem
bunu en çok yazım deneyimlerini çeşitlendirmesiyle hayran olduğum Murat Gülsoy
ile yapmalıydım.
İyi ki de yapmışım. Sırayla okumaya başladığım da gördüm ki
Murat Gülsoy, her satırı ile yazmaya meraklı okura yeni bir ufuk açıyor. Ders
almaktan bu kadar hoşlanacağımı hiç düşünmemiştim. Ya yaşlanıyorum ya da
gerçekten sevdiğim şeyi nihayet buldum. Sanırım ikisi de değil, Murat Gülsoy bu
işi çok iyi yapıyor.
Gece Kendini Fark Eden Hikaye kitabıyla başladım. Yazarın
müthiş birikimini ortaya koyan, özellikle sanatta ve edebiyatta modernizm kavramı
üzerine durulan ilk bölümünü okuduktan sonra pek çok öyküsünde ve romanlarında
bu kısımda teorik olarak üzerinde durduğu konuları uygulamalı olarak
gösterdiğine şahit olduğumda büyülenmiştim. Tembel bir okur olarak ihtiyacım
olan her şeyin böylesine kolay bir biçimde önüme serilmiş olmasından utanmadım
da değil.
İstanbul’da Bir Merhamet Haftası, yedi ayrı kişinin
kaleminden çıkmış metinlerin birleşmesiyle meydana gelen, yazarın bütün yazma
ve karakter yaratma becerilerini ortaya koyan, edebiyatın ne olduğunu gösteren
hevesle okuduğum bir roman oldu. Yazma isteğimi en çok körükleyen kitaplardan
biriydi. Yedi karakterin yedisiyle de müthiş empati kurmuş olmam benim değil
kesinlikle yazarın başarısıydı.
Karanlığın Aynasında çok katmanlı bir dünyanın kapılarını
açan, aynı zamanda son derece sürükleyici bir şekilde ilerleyen, okumaya
hevesli kişiyi içine alıp cezbeden, yazmaya hevesli okuyucu içinse öğretici
nitelikler taşıyan, bir kitaptan değişik beklentileri olan farklı kimselerin
hepsinin birden severek okuyacağı güzel bir kitaptı.
Sevgilinin Geciken Ölümü, tek bir kahramanın (sonlara doğru
ortaya çıkan mektubu saymazsak) ağzından çıkan diyalogları ile büyüleyiciydi.
Okuyucu olarak bütün kahramanların bütün diyaloglarının tek bir yazarın elinden
çıktığını bilsek de, bunu tek bir kahramanın ağzından okuyunca şaşırmamamız
gerekiyordu ama ben kendimi tutamadım, kitabı neredeyse ağzım açık okudum.
Tanrı Beni Görüyor mu? İçindeki pek çok öykünün nüvesini Büyübozumu
Yaratıcı Yazarlık kitabında görmüştüm. Her ne kadar daha önce yazılmış olsa da,
Tanrı Beni Görüyor Mu’yu diğerinin devamı ve uygulamalı gösterimi olarak
okudum. Öykü nedir, nasıl yazılır, nelere dikkat edilir merak ediyorsanız bkz:
Tanrı Beni Görüyor mu?
İyi bir okur olarak altındaki imzasına bakmadan bir metnin
hangi yazarın elinden çıktığını bilmem gerekir diye düşünürüm. Murat Gülsoy
için bunu yapabilirim diye tahmin ediyorum. Misal; 602. Gece Kendini Fark Eden
Hikaye adlı kitabın 23-24. sayfalarında resim içinde resim, oyun içinde oyun,
hikaye içinde hikaye kavramlarını okuduktan sonra bu sarmalı hemen bütün
kitaplarında kullandığını görebiliyorsunuz. Özellikle Karanlığın Aynasında
kitabında bütün hikâyeyi evin tabanına maketlerden kurduğu küçük bir dünyada
yeniden var etmesi bunun en güzel örneklerinden biriydi. Bu örneği çoğaltmak
mümkün. Eğer Murat Gülsoy’u altındaki imzaya bakmadan tanıyacaksam, bu hikâye
içindeki hikâyelerden ve döngülerden tanıyabilirim sanıyorum. Hikâyeler içersindeki psikanalitik unsurlar
ile rüya sahneleri de Gülsoy’un alameti farikalarından ikisi olmalıdır
sanıyorum.
Kendisi her ne kadar ufuk açıcı kitaplar, son derece zekice
kurgulanmış hikayeler üretiyor bununla yetinmeyip bir de nasıl yapılacağını
anlatıyor olsa da, Murat Gülsoy okumak beni yazmaktan gittikçe uzaklaştırıyor.
Bunun yanında aynı çağda yaşadığım için mutlu olmamı sağlayan, okumaktan da
büyük keyif aldığım, kendimi iyi bir okur gibi hissettiren gerçekten büyük bir
yazar. Böyle iyi ve çok yazdığı için kendisine çok teşekkür ediyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen yazınız.