Dilin En Güzel Tarihi
Türkiye
İş Bankası Yayınları tarafından yayımlanan kitap, Gazeteci Cecile Lestienne’in Fransız
dil bilimciler Pascal Picq, Laurent
Sagart, Ghislaine Dehaene ile yaptığı söyleşilerden derlenmiş, Selma Rifat
çevirmiş.
Kitap
üç bölümden oluşuyor, isimlerine değil de anlattıklarına odaklanacak olursak;
birinci bölüm tarih öncesi çağlardan başlıyor, hayvanların dilleri yada anlaşma
biçimlerinden yola çıkarak ilk insanların dillerinin biyolojik ve kültürel
olarak oluşumu uzun uzun anlatılıyor. İkinci bölümde, dillerin nasıl kollara
ayrıldığı, değişim geçirirken hangi aynı yolları izledikleri örneklerle yer
alıyor. Notların büyük kısmını bu bölümden aldım. Son kısımda ise bebeklerin
birer dilbilgisi dâhisi olarak dünyaya geldikten sonra mucizevî biçimde
konuşmayı öğrenmeleri yer alıyor.
Dilin
gelişimi ve biçimleri ile öğrenilmesinde başta antropoloji, nöroloji gibi bilim
dalları ve dilin sosyo-kültürel olarak etkileşimlerinden faydalanılıyor. Son
zamanlarda okuduğum iyi pek çok bilimsel araştırma kitabında ve bu kitapların
iyi yazarlarında olduğu gibi bu kitapta da bilim insanları son derece
inandırıcı ve gerçekçi bir biçimde “Aslında
bu konuda hiçbir şey bilmiyoruz”u büyük bir yüreklilikle ile söylüyorlar ve
devamında “Bildiğimizi sandığımız
şeylerin de yanlış olma ihtimali epey yüksek” diyerek gerçek dışı ve sansasyonel
yorumlardan kaçınıyorlar. Bu haliyle popüler bilim kitaplarından ayrılıyorlar
ki, aradığım şey de tam olarak bu doğrusu.
Başı
sonu olmayan kitap alıntılarını okumaktan hiç haz almıyorum. Havada kalan
şeyleri sevmiyorum ancak yine de altını çizdiğim çok kısa cümleleri aşağıya
yazıyorum, ilginizi çekerse devamı için kitaba müracaat edebilirsiniz.
Dillerin
evrimini şöyle açıklıyor Laurent Sagart: “Dilbilimciler
on dokuzuncu yüzyıl boyunca önemli buluşlar yaptılar. Dillerin düzensiz değil
de düzenli bir biçimde evrim geçirdiğini anladılar.” Bazı seslerin hep aynı
başka seslere doğru evrildiği biyolojik yapımız ile kelimelerin anlam
değişimlerini ise sosyo-kültürel olarak şöyle açıklıyor. “’k’ sesi kendinden sonra ‘i’ geliyorsa çoğunlukla ‘ç’ sesine dönüşüyor
ama ‘ç’ sesi kendinden sonra ‘i’ geliyorsa ancak çok olağanüstü durumlarda ‘k’
sesine dönüşebiliyor.” “… Söz gelimi
iki kardeş dilden birinde ve aynı sözcük içinde ‘çi’ye, ötekinde ‘ki’ye
rastlanırsa bu sözcüğün anadilde ‘ki’li biçimde yer aldığı varsayılır. Örn:
Latincedeki Ceaser’ın Almancada Kaiser’i verdiği görülerek doğrulanır ve sözcük
Latincede Kaeser olarak telaffuz ediliyor olmalıdır.” Açıklaması ise şöyle:
“Eğer konuşmadaki sesler çoğu kez aynı
doğrultuda değişiyorsa bu durum herkesin aynı aygıtı, aynı kasları, aynı
kemikleri ve bunların kontrolü için aynı sinir sistemini kullanmasından
kaynaklanır. Kısaca hepimiz aynı mekanik ve fizyolojik kısıtlamalara uyarız. ‘ki’nin
‘çi’ye doğru evrim geçirmesi çok iyi açıklanır: ‘k’ ünsüzünü telaffuz ederken dilinizin
sırtı damak eteğine karşıdır, sonra ‘i’yi telaffuz etmek için dilinizin sırtı
ilerler; eğer diliniz ‘i’nin konumunu fazlaca öne alırsa o zaman ‘çi’ sesi
çıkar.”
Sözcüklerin
anlam değişimleri ile ilgili olarak da konuya şöyle başlanıyor. “Sözcükler sık sık anlam değiştirirler ve
yine çarpıcı bir biçimde bir dilden ötekine aynı etimolojilere sık sık
rastlanır. Söz gelimi birçok dilde Ay’ın
adı “parlak” anlamındaki bir sözcükten gelir; “yarın”ı belirten sözcük çoğunlukla
“sabah” anlamındaki bir sözcükten gelir. (To morning-tomorrow. F.Ç.) Yetişkin evcil hayvanların adları sıklıkla
yavrularından türetilir. (Koyunlara sıklıkla “kuzu”, tavuklara ise “piliç”
denmesi gibi. F.Ç.) Bu durum, kasapların
yetişkin hayvanın etini olduğundan daha taze göstermeye çalışmalarından
kaynaklanır.” Bunlar çok kısa olarak yapığım alıntılar, fazlaca örneğini
kitapta bulabilirsiniz.
Son
olarak, dillerin öğrenilme süreci ile ilgili olarak giriş mahiyetinde bir
paragrafı aşağıya yazıyorum. Herkese iyi okumalar.
“…’Balık masanın üstündedir’ türünden basit
bir cümle söylersem siz bunu anlamak için yığınla işlem yaparsınız. Önce
konuşucunun kimliğini saptarsınız, burada konuşan benim; hemen ardından bunu
söylerken benim kadın mı, erkek mi, neşeli mi, gergin mi, sinirli mi olduğumu
anlarsınız. Aynı zamanda da, göreceğimiz gibi anadilinin büyük etkisinde olan
fonetik bir kodlama sayesinde telaffuz ettiğim sesleri ayırt edersiniz. Bu
sesler sürekli bir akustik dalga halinde ‘balıkmasanınüstünde’ olarak gelse de
siz bunu her birine anlam yüklediğiniz sözcüklere bölersiniz. Sonra sözdizimsel
yapısını anlarsınız, balık ve masa ile ilgili bütün sözlüksel çağrışımları
harekete geçirirsiniz ve aslında benim ‘yemek hazır, sofraya oturabiliriz!’
demekte olduğumu anlamak için işin içine bağlamı katarsınız. Bütün bunlar da elbette açıklama için gereken
zamandan çok daha kısa, en fazla saniyenin küçük bir kesiti kadar süre içinde
olup biter. Gerçekten siz bu işi daha çocukken, ayakkabılarınızın bağlarını
bağlamayı öğrenmeden çok önce öğrenmişsinizdir.”
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen yazınız.