Genlerimizden İbaret Değiliz, Biyoloji, İdeoloji ve İnsan Doğası, R.C. Lewontin, S.Rose, L.Kamin

 

 


Çok rica ediyorum, adına bakıp da kişisel gelişim kitabı falan sanmayınız. Okurken kılı kırk yardım, bin dereden su getirdim, epey didindim ve sonunda anladığımı sanıyorum.

Psikolog Leon J. Kamin, Biyolog Richard C. Lewontin ve nörolog Steven Rose tarafından 1984 yılında kaleme alınmış bir bilim eleştirisi. Bilimin ideolojik aygıtlara olan hizmeti, ideoloji üretme yada mevcut ideolojilere meşru zemin hazırlama ile ilgili edinilmiş görevi üzerine sarsıcı iddialar ve eleştiriler içeriyor. Daha çok da biyoloji, özelde ise biyolojik determinizm, indirgemeci bilim ve sosyobiyolojinin suç, savaş, aile, eğitim, çalışma, ekonomi, mülkiyet ilişkileri gibi kavramları nasıl etkilediği ve manipüle ettiği ve bilimsel deneylerin sonuçları ile politika üretme konusundaki rolleri anlatılmış. 36 yıl önce yayımlanmış bir kitap. Kapitalizm o zamanlar da başat ideolojiydi ancak günümüzdeki gibi yalnız değildi. Sovyetler Birliği hayattaydı ve bilim üretmeye devam ediyordu. Yazarlarımız sosyalist olduklarını vurguladıktan sonra Sovyetlerin de bilimi, hem bir propaganda hem de üstün emellerine dayanak aracı olarak kullandıklarını dile getirmekten çekinmemişler.

Öncelikle indirgemeci anlayış ve biyolojik determinizm neymiş ona bakalım. İndirgemeciler, karmaşık bütünlerin –örneğin moleküllerin veya toplumların- özelliklerini, o molekülleri veya toplumları oluşturan en küçük birimlerin özellikleri ile açıklarlar. Bir protein molekülünün özelliklerinin o molekülü oluşturan atomlarla ve atom içeriğindeki elektron ve protonlarla tamamen aynı olduğunu ileri sürerler. Aynı şekilde, toplumun özelliklerini de o toplumu oluşturan bireylerin özelliklerinin –tutum, düşünce, davranış ve eğilim- toplamı olduğunu söylerler.

Biyolojik Determinizm ise, insan davranışlarının, tutumlarının, düşüncelerinin ve hareketlerinin, yani kısaca insanın hayatının, kendisini meydana getiren hücrelerdeki biyokimyasal özelliklerin bir sonucu olarak gerçekleştiğini ve bu özelliklerin kişinin genlerinde mevcut bileşenlerle belirli olduklarını, bunun geçmiş nedenlerin doğurduğu sonuçlar ve o sonuçlardan doğan diğer nedenler ve yeni sonuçlar olmak üzere takip edilebilen ve açıklanabilen bir nedensellik zinciri ile açıklanabileceğini söyler. .

Bu iki bilimsel düşünme şekli aslında kısaca; İnsanlar arasındaki sınıfsal farklılıklar, iktidar, güç, kuvvet, zeka, kadın ve erkek rolleri, ırksal ayrımlar gibi tüm eşitsizliklerin kaynağının doğadan yada yaratılıştan geldiğini, insan biyolojisin değiştirilemez oluşu nedeniyle eşitsizlikleri gidermeye çalışmanın gereksiz bir çaba olacağını hatta doğaya ve hatta hatta tanrıya karşı gelmek olacağını, dolayısıyla da devletlerin bu eşitsizliklere göre tedbirler alması gerektiğini söylüyor. Oysa insan türünün tarihi, en ilkel zamanlardan bugüne, doğaya karşı kazanılan bireysel ve toplumsal zaferlerin, yerinden oynatılan dağların, birleştirilen denizlerin, kökü kurutulan hastalıkların hatta insanlık uğruna değiştirilen türlerin tarihidir.

Hâkim ideolojilerin büyük halk topluluklarını yönetmek, işçi, asker yada vergi vermek üzere tebaa yaratmak için dini kullanmaları, dinlere ve tanrıya yalanlar söyletmeleri gibi yeni sağ ideolojilerin de (Kitabın yazıldığı yıllar itibari ile yeni sağ olarak tanımlanan ideoloji İngiltere’deki Theatcher yönetimiydi) aynı emeller için dinin yanında bu kez bilimi de kullanılabilir birer aygıt olarak gördüklerini ve bunu nasıl yapageldiklerini görmemek için kör olmak gerekiyormuş aslında. Söz konusu bilim ve bilimsel veriler de olsa insanın vicdanının cız ettiği noktaları atlamaması gerekiyor. Çünkü o nokta kazılmaya başladığı anda altından muhakkak bir şeyler çıkıyor.

Baktığımız zaman 1970 yılında dahi –çok eski bir tarih sayılmaz- siyahlarla beyazların aynı IQ derecelerine sahip olmalarının imkânsız olduğunu kanıtlayan (!) bilimsel veriler üretilebilmiş ve devletler bu çalışmalara dayanarak eğitim politikalarını düzenlemişler. 1975 yılında yayınlanan bir makalede “Bir zencinin beyninin, ana rahmindeki yedi aylık beyaz bir bebeğin tam gelişmemiş beynine eş değer olduğu” söylenebilmiş mesela. Siyahların beyin kapasiteleri ile ilgili öne sürülen pek çok komik sav bilimsel tezlerde yerini almış. Stanford Binet’in 1905 yılında tasarladığı ve hala uygulanan zeka testi başta çocukların okullara kabulü için kullanılmakta iken zamanla ebeveynlere de uygulanmaya başlanmış, böylece dezavantajlı kesimlerin kontrolsüzce üremeleri engellenmeye çalışılmış hatta devletin ve toplumun ekonomik, siyasal refahına olumsuz etki edebilecek toplumsal açıdan riskli kabul edilen, şiddete meyilli yada uyumsuz vatandaşların (Kızılderililer, Meksikalı göçmeler, Siyahlar gibi) tespiti ile toplumdan el çektirilerek ayrılması maksatlarıyla da kullanılır olmuş.  Siyahlar, eğitim almak yerine genetik yatkınlıkları itibari ile ağır işlerde çalışmalarının kendilerini de mutlu edeceği söylenerek eğitim dışı bırakılmışlar. Yetmemiş olacak ki,  teori sadece siyahlarla sınırlı kalmamış, işçi kesimi çocukları da babalarında aldıkları genler nedeniyle eğitim dışı bırakılırken ağır işlere yönlendirilmişler. Anne babalarına eğitim vermeyi reddeden devlet, çocuklarının IQ’larının da düşük çıkmasını haklı olduklarını gösteren bir veri olarak yorumlamış.

1924 yılında ABD’de göçlerin Doğu ve Güney Avrupalıların aleyhine kısıtlanmasını sağlayan kanun, Slav, İtalyan ve Yahudilerin zihinsel açıdan tutuk olmaları ve bunun ırksal ve yapısal olması gibi nedenlerle onaylandıktan 10 yıl sonra bu kez Almanya’da öjeni (sağlıksız insanların ayrılarak sağlıklı nesiller yetiştirme) kanunları yasalaşmış. Almanların bu tezlerinin sonucu Auschwitz olmuş. Almanlar diyerek hedef göstermemek gerek, aynı dönemde tüm Avrupa devletleri içlerindeki Yahudileri toparlayıp Almanya’ya gönderildiği de çarpıcı bir başka gerçek.  

Yakın dönemlerde saldırganlık, uyumsuzluk, toplumsal normların dışına çıkma gibi bir takım kötü davranışlar hastalık olarak görülmüş, hastalıklı genlerin yada beyinlerin onarılması için tedaviler geliştirilmiş ve hapishaneler ile tımarhaneler determinist bilim adamlarınca deney laboratuarları gibi kullanılmaya başlanmış. Ağır ilaç tedavilerin yanında, hayvansal koşullanma ve hatta beynin şiddet yada tutku gibi bölümlerini kesip almak gibi cerrahi müdahaleler ile genel şiddet, isyan, ayaklanma gibi toplumsal olayların önüne geçilmeye çalışılmış. Neyse ki beynin kastre edilen bölümlerini işlevini, geri kalan bölümlerinin devraldığı kısa zaman içinde anlaşılmış.

Bilim insanları kadın erkek eşitsizliğini ispat için de epey uğraşmışlar. Daha doğrusu söylemlerini zamanın ihtiyaçlarına göre şekillendirme yolunda kanıtlar bulmakta geri durmamışlar. Söz gelimi geniş kitlelerin işsizlikle boğuştuğu yıllarda, büro işlerinin kadınlar için uygun olmadığını, kadınları evlerde kalmalarını söyleyen bilim insanları ve politikacılar 1978 yılında değişen zamanla birlikte kadınların aslında hızlı seçim yapma ve koordinasyon yetenekleri bakımından erkeklerden üstün oldukları için daha hızlı daktilo kullanabileceklerini söylemeye başlamışlar.

Çağdaş batı toplumlarında bilim, bir kurum olarak bir zamanlar Kilisenin sahip olduğu otoriteyi devam ettiriyor. Bilim namına çoğunlukla erkek olan temsilcileri konuştuğunda bütün tartışmalar sona eriyor. Bilim çok uzun yıllar boyunca burjuva ideolojisin meşrulaştırıcısı olmuş. Bugün, 2000’li yıllar için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Onu da size bırakıyorum. Benim aklımda, bugün bile bir takım muhalif ve aykırı zihinlerin anında deli diye yaftalanarak itibarsızlaştırılmakta olduğuna ilişkin imgeler mevcut. Düşününce sizlerin de kişisel ajandalarınızda fazlasını bulabileceğinizi tahmin ediyorum.

Kitabın son bölümünde ideolojik bilimsel yöntemlere karşı geliştirilen ve yazıldığı tarih itibariyle tartışmaya açık olan bir takım yeni yöntemler ve felsefelerden de bahsediliyor. Konu ile ilgili olarak bugün gelinen noktayı da izlemek gerekir kanaatindeyim. Kitabı okurken aklıma sık sık “Siyaset yapma, depreme siyaset karıştırma, savaşın siyaseti olmaz” söylemleri geldi. Siyaset her şeyi kapsar. Her şey siyasidir. Din de, bilim de.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİTİK ERKEKLER - TEKNOLOJİ ERKEKLİĞİ NASIL SABOTE ETTİ? Philip Zimbardo, Nikita D. Coulumbe

Ötekilerin Arkeolojisi - İsmail Gezgin