Osman, Ayfer Tunç
Ayfer Tunç’un 2021 yılında Can Yayınlarından çıkan kitabı,
aynı yıl Vedat Türkali Roman Ödülünün de sahibi oldu. Yazarın Kapak Kızı ve
Yeşil Peri Gecesi romanlarının ardından yayımlanan üçlemesinin son kitabı,
önceki romanlarda Şebnem’in kocası olarak yer alan Osman’ın ölümü ile başlıyor.
Osman, şanslı doğanlardan, hayata üç değil beş sıfır önde
başlayan, yakışıklı, zengin, havalı bir Nişantaşı çocuğu. Hesabını tutamayacağı
kadar mal mülk ile şatafat ve zenginlikle başlayan hayatı bir caz kulübünde
yevmiyeyle çalışırken bir kamyonun altında kalarak yalnız başına ölümü ile son
buluyor romanda. Ölümünün ardından Osman’ın hayatına girenlerle yapılan
röportajlar ve kahramanımızın çoğunu yaktığı, kaybettiği günlüklerinden
aktarılan olay örgüsü, olanca sadeliğine rağmen son derece sürükleyici bir
anlatımla ilerliyor.
En eskisi kahramanımızın 24 yaşındayken yazdığı günlüklerden
başlayan anlatımda kullanılan dilde gözlemlenebilen değişiklikler ve kapıcının
karısından valeye, çağdaş bir ressamdan eski bir şarkıcıya geniş bir toplumsal
yelpazeden kişilerle yapılan röportajlarda insanların konuşmalarında yakalanan
anın ruhunu takip etmek çok zevkliydi. Öyle ki
günlüklerle röportajlar arasındaki kaçınılmaz şekilde var
olan doğal tutarsızlıklar, dil kullanımındaki maharet ile öyle ustaca
kapatılmış ki, sanki yokmuş sanıyorsunuz. Derinlikli düşününce ve alt
katmanlara inince ancak fark ediyorsunuz ki, gerçek diye bir şey yok, kişinin
zaman içinde değişen algılayışındaki farklılıklar sürekli olarak gerçeği
değiştirip duruyor ve ancak anın içinde geçerli olan o da kişiden kişiye yine
değişen bir sürü gerçeklikle tanışıyorsunuz. Biraz daha düşününce anlıyorsunuz
ki hayat da böyle. Bizi başkalarından soracak olsalar birbirinden farklı kaç
benle tanışırdık acaba?
Daha ilk bölümde caz kulübünün valesinin abisinden açılan
intihar bahsi, Osman’ın kendini öldürüp öldürmediği, babasının ölümüne neden
olup olmadığı ve hatta karısının karıştığı skandalda parmağı olup olmaması gibi
ikirciklerle okuru diken üstünde tutarken merak unsurunu da sürekli besleyen
akılcı bir kurguya işaret ediyor.
Doksanlı yıllarda hızlı bir biçimde yaşanan toplumsal
değişim karakterlerin ve asıl olay örgüsünün önüne geçmeden arka planda usul usul
işlenirken bir başka gerçekliğin de izlerini taşıyor aynı zamanda. Kitapta
dikkat çeken bir başka unsur da; güçlü kadın karakterler. Yazarın yarattığı
kızının sanatına destek veren, babasına kocasına bakan, varlığıyla sevgilisini
taşıyan güçlü kadın karakterler, evdeki dominant anneler –Osman’ın annesi
dışında- okuyucuya ihtiyacı olan sıcaklıkta bir umut da veriyor.
Oğuz Atay’dan alınmış gibi görünen ve Osman ile
çevresindekiler üzerinden anlatılan ikiyüzlü burjuva ahlakı eleştirisi gerçek
bir nefret ve tiksinti oluşturacak kadar çarpıcı. Zaman zaman Osman ile empati
yapmaya yaklaşan okurunu bu ustaca eleştiri ile hemen toplamasını biliyor
yazar. Osman’ın günlüklerinden birinde babasına seslendiği sayfalar bir
zamanlar yazarın kendisinden değerlendirmesini dinlediğim Kafka’nın Babaya
Mektup’unu fena halde anımsatıyor. Elbette babasına seslenen ezilmiş karakter
az değil ancak Ayfer Tunç’un yazımı yine Oğuz Atay’ın Babama Mektup’u ile
Kafka’nın Babaya Mektup’unun yeniden yaratılmış modern bir senteziymiş izlenimini
bırakıyor okurda.
Kitap içinde yakalanan bir başka husus da Orhan Pamuk’un
Masumiyet Müzesi’ni sık sık anımsatıyor olması sanırım. Ayfer Tunç’un mirasyedi
Osman’ı ve çevresindekilerin hikâyesi, Nişantaşı sosyete hayatı ve dönemin
toplumsal eleştirisi ile takıntılı, hovarda ve kendini bitiren boş vermişliği
sık sık Masumiyet Müzesinin Kemal’ini hatırlatıyor.
Daha yayımlanmadan adından söz ettiren Osman, Ayfer Tunç okurlarının beklentilerini fazlasıyla karşılamış görünüyor. Uzun yıllar boyunca raflarda kalacak ve konuşulmaya devam edecek sanıyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen yazınız.